2024 yılında, Kadıköy’de bulunan Marmaray Göztepe İstasyonu’nda gerçekleşen bir olay, toplumu derinden sarstı. Güvenlik görevlisi Gülhan Karaderili, işyerinde çalışırken sanık Çetin Aktay tarafından bıçakla yaralandı. Olayın ardından sanığın yargılandığı davada, cumhuriyet savcısı mütalaasını açıkladı ve sanık hakkında 23 yıla kadar hapis cezası talep etti.
Çetin Aktay, duruşmada savunma yaparken, Gülhan Karaderili hakkında oldukça çarpıcı iddialarda bulundu. Kendisi, katılan Gülhan Karaderili’nin hayatını mahvettiğini belirterek, “Beni işimden etmek için yüzlerce kez şikayetçi oldu. Uzaklaştırma aldım. Beni başka kişilere dövdürdü.” açıklamasında bulundu. Bu ifadeler, olayın sadece bir fiziksel saldırıyla sınırlı kalmadığını, aynı zamanda duygusal ve psikolojik boyutları olduğunu ortaya koymaktaydı.
Gülhan Karaderili’nin durumu, pek çok insan için üzülmesine neden oldu. Çetin Aktay’ın iddiaları, sanığın olay anındaki ruh halini ve olayın ardındaki motivasyonları sorgularken, güvenlik görevlisinin yaşadığı travmanın boyutunu gözler önüne serdi. Yaşananlar, işyeri güvenliğinin, biraz daha derin bir şekilde değerlendirilmesi gerektiğini ortaya koyuyor.
Davaya ilişkin açıklanan mütalaada savcının talep ettiği 23 yıl hapis cezası, toplumda adaletin yerini bulması umudunu pekiştiriyor. Toplumsal cinsiyet, iş güvencesi ve güvenlik gibi konular, bu tür davalarda daha sık sorgulanır hale geliyor. Özellikle işyeri şiddeti ve buna karşı alınması gereken önlemler, hukukun ve toplumsal bilincin öncelikli gündem maddeleri arasında yer almalıdır. Bu davanın seyri, önümüzdeki süreçte benzer olayların önünün nasıl alınacağı konusunda da önemli ipuçları verebilir.
Bu tür olayların toplum üzerinde yarattığı etkiler, sadece kurban için değil, fail için de önemli sonuçlar doğurur. Çetin Aktay’ın karşılaştığı hukuki süreç, onu sadece ceza evine gönderme potansiyeline sahip olmayacak; aynı zamanda psikolojik açıdan da bir tedavi sürecine dahil olabilir. Bununla birlikte, söz konusu işyeri şiddeti ve güvensizlik, bireylerin çalışma koşullarını etkilediği kadar, iş ortamındaki ruhsal durumlarını da derinden etkileyebilir.
Kadıköy’deki bu olay, güvenlik görevlilerinin çalışma koşullarını, maruz kaldıkları şiddetin boyutunu ve toplumsal cinsiyet eşitliği üzerine yeniden düşünülmesi gereken meseleleri gündeme getirmiştir. Herkesin işyerinde güvenli bir ortamda çalışmaya hakkı olduğu, özellikle kamu alanında çalışanların bu haklarının göz ardı edilemeyeceğini hatırlatmaktadır. Davanın sonuçları, sadece sanık ve mağdur açısından değil, toplumsal değerlendirme açısından da büyük öneme sahiptir.
Sonuç olarak, Kadıköy’deki bu olay, durumu sadece bir mahkeme davası olmaktan çıkarıp, çok daha karmaşık sosyal sorunların aydınlatılmasına da vesile olmaktadır. Sadece bireylerin değil, toplumsal yapıların da bu tür sorunlarla başa çıkabilmesi için kapsamlı bir seferberlik söz konusu olmalıdır.
