İnan, yazısında şu ifadeleri kullandı:
“Bir gün atomun enerjisini serbest bırakacağız, gezegenler arası yolculuklar gerçekleştireceğiz, ömrü uzatıp, tüberküloz ve kanseri tedavi edeceğiz ama en düşük seviyeli insanlar tarafından yönetilmiş olmanın sırrını asla çözemeyeceğiz.”
Jean Rostand
(1894 – 1977)
Fransız biyolog, bilim tarihçisi ve filozof
Gönlümden, aklımdan geçen şöyle; okuyacak insanın yüreğine işleyen, içini sevgiyle dolduracak bir “sevda şiiri” tadında yazı yazmak.
Buna engel ne var?
Önce sözcükleri konuşturmak gerekiyor. Duyguların bütününü sözcüklere dökmek epey zor. Ünlü yazar Cengiz Aymatov “Bütün duyguları anlatmaya yetecek kadar kelime yoktur. Gerek de yoktur!” der. Büyük adam; bana tercüman oldu.
Sonra yasaklar…
Siyasi ve yoz bir yapının sıkıştırdığı dar alana hapsolmuşluk duygusu. En önemlisi, ülkemizde gerçek bir adalet sisteminin hiç işlemiyor olması.
Bir de söylediğiniz sözün, yazdıklarınızın doğru anlaşılamaması endişesi… Epeydir yaygınlaşmış olan, vatandaşlar arasında bazılarının “muhbirlik” yapma iştahı…
Kendini, muradını anlatmak zorunda olmakla karşı karşıya kalma işkencesi…
Sanırım en önemlisi de yeterince okunmama gerçeği…
İşte bu yüzden yaşadığımız olumsuzlukları, en fazla iki dakikaya sığdırılan televizyon haberinden öğreniyoruz. Ne kadarını öğrenip anlayabildiğimiz de göreceli bir durum.
Bu söylediklerim doğrudan vatandaşa değil; asıl siyaset yapanlara… Kaç kez tanık oldum gazete ya da televizyon haberlerinden öğrendikleri olumsuzlukları, meclis kürsüsünde konuşmalarına konu ettiklerine…
Oysa onların yapacağı araştırmalar, çalışmalar, tespitler haber olacakken, gazetecilerin yaptıklarını kullanarak siyaset yapar hale geldiler.
Bugün hiçbir işlevi kalmayan mecliste, bitip tükenmez konuşmaların, karşılıklı tartışmaların, sert atışmaların ve hatta yumruklaşmaların “şov yapmaktan” öte anlamı yok. İnsanımıza ya da seçmenin sorununun çözümüne epey uzakta.
Öncelikle, sahip olduğu konumu kaybetmek istemiyor hiçbiri… Yerini pekiştirmek isteyenler cephede iyi bir nefer gibi kendini gösterme çabası sergiliyor.
Kime?
Onu seçene…
Seçmene değil…
Liderine!.. “Beni gör! Ben sadakatle sana bağlıyım ve her koşulda senin emrindeyim”in gösterisini yapıp, oyununu oynuyor.
Çöküşün tablosu
Bugün ülkenin ekonomik, siyasi tablosu “kriz” sözcüğüyle açıklanabilecek bir durum değil. Yurdun birçok yerinde ürününü toplamayıp tarlada bırakan çiftçiler feryat ediyorlar. Açlık sınırının altında kalan maaşlarıyla geçinemeyen emeklinin isyanı meydanlarda. Hayat pahalılığının ezdiği büyük bir kitle, derin yoksulluk içinde… Anormal seviyeye yükselen ev kiraları yüzünden, üniversiteye kaydını yaptıramayacak gençlerin sayısı korkutucu. Gıda üreticisi bir ülkede, gıda enflasyonunun çok yüksek olması, büyük bir çelişki değil mi?
En kötü yanı da, yakın gelecekte, bu saydıklarım ve daha sayamadığım temel sorunlar için bir çözüm olabileceği inancı yok toplumda. En küçük bir umut ışığı da görünmüyor.
İşte bu çözümsüzlük, çöküşü işaret ediyor!..
Bu da şu demek oluyor: Türkiye’nin içinde bulunduğu sorunları mevcut siyaset tarzıyla çözmek mümkün değil. İşin trajik yanı, bu olumsuzluğun idrakına iktidar ve muhalefetimizin hâlâ varamamış olması. Durumu kavramaktan epey uzak siyasetçilerimiz. Ayrı ayrı partilerden olmalarına rağmen ne kadar çok benziyorlar birbirlerine.
Olay Medya İcra Kurulu Başkanı Mehmet Ali İnan’ın yazısının tamamı için tıklayın…
İnan, yazısında dikkat çekici bir ifade kullanarak, gelecekte bilimsel ilerlemeler ile birçok sorunun üstesinden gelebileceğimizi belirtiyor.
“Bir gün atomun enerjisini serbest bırakacağız, gezegenler arası yolculuklar gerçekleştireceğiz, ömrü uzatıp tüberküloz ve kanseri tedavi edeceğiz ama en düşük seviyeli insanlar tarafından yönetilmiş olmanın sırrını asla çözemeyeceğiz” diyor. Bu söz, bilim ve yönetimin birbiriyle nasıl çelişkili bir ilişki içerisinde bulunduğunu gözler önüne seriyor.
Jean Rostand’ın (1894 – 1977) düşünceleri, insanlığın aleyhine çalışan bir sistemin varlığına işaret ediyor. Yazarın aktardığı düşünceler, evrensel bilgiyi edinme arzusuyla dolu bir anlayışın yanı sıra, ruhen besleyici bir şiirsel anlatım arayışını da kapsıyor.
Ancak kelimeleri bir araya getirmenin zorluğu göz ardı edilmemeli. Cengiz Aytmatov’un “Bütün duyguları anlatmaya yetecek kadar kelime yoktur. Gerek de yoktur!” sözleri, bu zorluğu somut hale getiriyor. Bu tür derin duyguları ifade etmeye dair kelime sayısının sınırlı olduğu düşüncesi, yazara yol gösteriyor.
Duyguları ifade etmeyi zorlaştıran bir diğer unsur ise, yasaklar ve baskıcı bir iktidarın oluşturduğu dar alan. İnsanlar, bu koşullar altında gerçek bir adalet duygusunun eksikliğini hissediyorlar. Kimi zaman, dile getirilenlerin yanlış anlaşılacağı endişesi, yazma isteğini frenliyor.
Ayrıca, yayılan “muhbirlik” eğilimleri de bu durumu zorlaştıran unsurlardan biri. Kendini ve düşüncelerini ifade etme zorunluluğu, birçok kişi için bir yük haline geliyor. Bu bağlamda, yeterince okunmamanın getirdiği hayal kırıklığı, yazarın yaşam deneyiminde önemli bir yer tutuyor.
Yaşanan olumsuzlukların çoğunu sadece iki dakikada sığdırılabilen televizyon haberlerinden öğrenmek, bu çarpık sistemin bir parçası haline gelmiştir. Ancak öğrenilenlerin ne kadarının gerçeği yansıttığı ise pek çok faktöre bağlı olarak değişiyor.
Bu noktada, görünen o ki, muhalefet ve iktidar arasındaki iletişim de sağlıklı bir zemin üzerinde yürümüyor. Siyasetçiler, ülkenin sorunlarına dair araştırma yapmak yerine, medya organlarından duydukları olumsuzlukları meclis kürsüsünde dile getiriyor.
Bugün meclis, işlevini kaybetmiş ve süregelen tartışmalar yalnızca birer gösteriye dönüşmüştür. Kimi siyasiler, konumlarını sağlamlaştırmak için sadece liderlerine sesleniyor ve onlara sadakatlerini göstermek için çaba harcıyorlar.
Ülkenin ekonomik durumu ise oldukça vahim. Çiftçilerin ürünlerini tarlada bırakmaları, emeklilerin geçim sıkıntısı çekmeleri ve gençlerin eğitim hayatlarının tehlikeye girmesi, toplumun genelinde derin bir krizi işaret ediyor. Ancak tüm bunların çözümü konusunda bir umut ışığı henüz görülmüyor.
Toplumsal sorunların mevcut siyaset tarzıyla çözülemeyeceği gerçeği, bu durumu daha da içinden çıkılmaz hale getiriyor. Hem iktidar hem de muhalefet, bu sorunların ciddiyetinin farkında olmadan hareket ederek, durumun ciddiyetinden uzak bir tavır takınıyorlar.
Bu çerçevede, partiler arasındaki benzerlikler ciddi bir endişe kaynağı olarak öne çıkıyor. Siyasi arenada yaşanan bu kargaşa, toplumun acil sorunlarına dair bir çözüm üretme adına büyük bir engel oluşturuyor.