Beyaz Saray Sözcüsü Karoline Leavitt, COVID-19 virüsünün Çin’in Vuhan kentindeki bir laboratuvardan sızdığına dair iddiaların “doğrulanmış bir gerçek” olduğunu belirtti. Bu açıklama, virüsün kökeni hakkında uzun süredir tartışılan bir konunun yeniden alevlenmesine neden oldu.
Karoline Leavitt, düzenlediği basın brifinginde, gazetecilerin sorularını yanıtlayarak Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) tarafından yapılan son açıklamalara dikkat çekti. Leavitt, CIA Direktörü John Ratcliffe’in COVID-19 virüsünün laboratuvar kökenli olduğu yönündeki değerlendirmelerini destekleyici bir tonda konuştu.
Beyaz Saray Sözcüsü, “John Ratcliffe’e bu gerçeği Amerikan halkına açıkladığı için tebrikler. Biden yönetimi, Amerikan halkına bu konudaki gerçekleri açıklama fırsatına sahipti ancak nedense bunu yapmamayı tercih ettiler. Artık bunun doğrulanmış bir gerçek olduğunu biliyoruz. Bu konunun ortaya çıkması uzun yıllar aldı ama Başkan Donald Trump bu konuda haklıydı,” ifadelerini kullandı. Bu açıklamalar, COVID-19’un kökenine ilişkin daha önceki tartışmaları yeniden gündeme getirdi.
Eski Başkan Donald Trump, 2016-2020 yılları arasında görevde olduğu süre zarfında, COVID-19’a dair birçok açıklama yapmıştı. Trump, virüsün Çin’in Vuhan kentindeki bir laboratuvardan yayıldığını ve Çin’in bu konuda gereken önlemleri almadığını iddia etmişti. Bu iddialar, o dönemde hem uluslararası platformda hem de medyada ciddi tartışmalara ve tepkilere yol açmıştı.
Çin yetkilileri ise, Trump’ın bu iddialarını asılsız olarak nitelendirerek yanıt vermişti. COVID-19’un kökenine dair yapılan araştırmalar, dünya genelinde birçok bilim insanı ve ülkeler tarafından dikkatle izlenmişti. Ancak, Leavitt’in açıklamaları, Biden yönetiminin konuya dair yaklaşımına eleştiri getirirken, aynı zamanda Trump’ın daha önce yaptığı açıklamaların gün yüzüne çıkmasının da bir sonucu olarak değerlendiriliyor.
Leavitt’in basın brifingindeki açıklamaları, Beyaz Saray’ın COVID-19’un kökeni ile ilgili yürütülen tartışmalardaki konumunu net bir şekilde belirtiyor. Öte yandan, bu durumun önümüzdeki günlerde uluslararası ilişkilerde ve sağlık politikalarında etkili olabileceği öngörülüyor. Zira, COVID-19’un kökenine dair bu türden bir açıklamanın, Çin ile olan ilişkilerde gerginliği artırabileceği düşünülüyor.
Sonuç olarak, COVID-19’un dünyayı etkisi altına almasıyla birlikte başlayan tartışmalar ve araştırmalara dair yeni gelişmeler, halk sağlığı ve uluslararası ilişkiler açısından önemli bir noktaya işaret ediyor. Leavitt’in açıklamaları, bu sürecin nasıl şekilleneceğine dair bir ipucu sunarken, Kamu sağlığı alanındaki bilimsel araştırmaların ve şeffaflığın da ne kadar kritik olduğunu gözler önüne seriyor.